Merhaba,

Bazı yazarların, “hangi türde okumayı seviyorsam o türde yazıyorum” sözü benim için de geçerli.  Hayatım boyunca özyaşamöykülerinin büyüsüne doğru çekilmişimdir.

“Özyaşamöyküsünün çekiciliği, okuma yoluyla paylaşılan deneyimin kendi yaşamlarımızda sürdürülmesinde yatar; çünkü başka birinin yaşamına ilişkin metin, bizi kendi yaşamlarımızın metnine geri gönderir. Özyaşamöyküleri aracılığıyla, hem yazarlar hem de okurlar, yaşamı ‘bilme’ye başlarlar. Bu mutlaka entellektüel ya da bilimsel bir bilgi olmak zorunda değildir, ama en az onun kadar gerçek ve değerli olan sezgisel bir bilgidir. (…) Özyaşamöyküsünü bizim için değerli bir deneyim kaynağı yapan, onun aslında hiçbir zaman hakikat olamayacak olan ‘hakikiliği’ değil, tersine, özyaşamöyküsü yazarının kendisini ve yaşamını nasıl algıladığını, bize göstermek istediği öz imgenin ne olduğunu kavramamızı sağlayarak başkalarının ve kendimizin bilinç derinliklerine dalabilmek için bize benzersiz içgörüler sunabilmesidir.  (…) Özyaşamöyküsü, yaşamı ‘tüm hakikati içinde yansıtma’nın çok ötesinde, bize o benzersiz hakikati -içeriden kavranan ve karmaşık, akışkan, sürekli değişen, başlangıçtaki yazma ediminde olduğu kadar okuma edimi sürecinde de değişen ve gerçekleşen ‘hakikat’i- sunar. Büyüleyici olan da, budur.”*

Yazmak, anlamak için çıktığım yolculuk.
Yayımlayıp paylaşmaksa, başkalarıyla çoğalmak…

*Fatmagül Berktay, “Tarihin Cinsiyeti”, Metis 2012, dördüncü basım, s.176-177